“Erkek egemen” toplumda bunlar oluyor demek, nedense kolay geliyor. Hâlbuki erkekleri de anneler yetiştirdiğine göre; çözüm de annelerin eğitilmesinde veya ailenin eğitilmesinde olsa gerek.
Televizyonlarda; “bir güzel örneği görüp, üzerinde düşünelim” dediğimiz programlar çok az veya geç saatlerde. Neden az? Neden geç saatlerde? Reklâm verenler bu konuda neden titiz değil? Sponsorların şuurlanması konusunda bir çalışmamız var mı?
Bu konuları düşünürken uykum kaçtığından olacak, televizyonu açtım. Van’da bir kilim tezgâhında çalışan genç kızlar anlatılıyordu.
Gönüllü bir amca, kendini bu işe adamış; önce bir kilim tezgâhı kurmuş; okuldan ayrılan veya gidemeyen genç kızların, kilim-halı tezgâhında çalışmalarını sağlamış; o tezgâhtan sayısız genç kız yetişmiş. Kızlar dokudukları kilimlerin ipliklerinin boyasına kadar kendileri yapıyorlar, tabiatta var olan bitkilerden faydalanıyorlar.
“Biz burada sanat öğrendik, ayrıca para kazanıyoruz. En önemlisi de biz burada; dostluğu, kardeşliği, konuşmayı, saygıyı, sevgiyi öğrendik.” diyorlardı. Gözlerinin içi pırıl pırıl olan bu genç kızların;
“Okulumuzu da dışarıdan bitirmeye başladık. Ailelerimizin bütçesi rahatladı. Onlarla daha rahat diyalog kuruyoruz” açıklamaları benim için önemliydi.
Bir gönül eri amcanın, sessiz-sedasız başardıkları…
Yıllarca aynı heyecanla yaşamıştım ve yazmaya çalışmıştım. İnsanları;
“Gelin! Size sevgiyi öğreteceğim, ahlâk dersi vereceğim, görgü kuralları öğreteceğim” diyerek toplamak biraz zor. Ama insanları; sevdikleri, heyecan duyacakları işleri anlatmak için toplarken “Ahlâk Seferberliği” başlatmak mümkün.
Çocuklar için yazın belediyelerin açacağı kurslar; farklı sanat dallarında olabilir. Ama bu kursların yapıldığı yerde, çocuklara ders arası verilecek edep ve kültür eğitimi de olmalı. Bunu zoraki değil, ikramlarla, güzel davranışları överek yapabiliriz. Böylece yavaş yavaş ahlâkî eğitime geçiş yapmalıyız.
Belediyelerimizin; çocuklar ve gençler için açtıkları çok güzel gençlik merkezleri, bilgi evleri var. Buralarda Van’daki gönüllü amcanın yaptığını yapanlar ne yazık ki yok. Çünkü bu konuda plânları ve projeleri yok.
İstanbul’da kadınlar için açılan İsmek ve Halk Eğitim Kursları var. Her yıl binlerce kadın bu kurslara gidiyor. Ahşap boyuyor, nakış yapıyor, merakı ne ise o konuda kendini yetiştiriyor. Araştırdım, birkaç önemli günün kutlanmasının dışında sosyal konuda, görgü konusunda bir eğitim verilmiyor.
Liselerimizden, üniversitelerimizden yetişen gençler, değerlerimiz konusunda yetiştirilebiliyorlar mı?
Hocasının yanında sakız çiğneyen; ayak ayak üstüne atan; hoşlandığı bir konuda arkadaşını desteklemek için, heyecan belirtisi olarak onun ensesine vuran genç, yetişkin olunca aynı hareketlere devam edecektir.
Bu gencin gazeteci veya programcı olduğunu düşünün. Karşılarında meclis başkanı var ve genç gazeteciler soru soruyor. Meclis başkanı; program sonuna kadar, oturuşuyla, sesinin tonuyla dikkatli. Soru soran gazeteciler ayak ayak üstüne atmış, soru soruyorlar. Bir başka gün, elli yaşının üstünde, kıdemli bir gazeteci konuğunun yanında ayak ayak üstüne atmıyordu. Çünkü onun yetiştiği devirde; nerede, nasıl hareket edileceği bilinirdi.
Ciddî programlarda, tartışma programlarında seyirciye karşı ayak ayak üstüne atılmayacağını; ayrıca bir büyüğün, bir bakanın karşısında oturmanın bir âdâbı olduğunu anlatmanın bir yolunu bulmalıyız.
Sonuç olarak şiddete yola açan faktörlerden; edepten, görgüden, sesimizin tonunu ayarlamaktan, bakışlarımızdan sorumluyuz. Sorumluluk, sadece kendimizden mes’ul olmakla bitmiyor. Evimizden, apartmanımızdan, sokağımızdan, çalıştığımız iş yerinden sorumluyuz. İnançsız olan, insanlık adına; inancı olan da kendi inancındaki değerler adına sorumludur.
/İslami Hayat Dergisi-Ağustos 2012