Emekli edebiyat öğretmeni Ayla Ağabegüm, öğretmenlik yaşamı boyunca öğrencilerine eğitmenlikten daha çok annelik yapmış. Ağabegüm geçmişte öğrenci sıralarında bugün sosyal hayatın içinde yer edinebilmiş yönetmen Meryem Akbağ, yazar Sibel Eraslan, milletvekili Belma Satır’ın da öğretmeni. Sibel Eraslan köşesinde ‘Annesi ölen kızlar, önce ona koşup ağlardı. Çünkü o anne aynasıydı’ diyor. Öğretmenliği iş değil yaşam biçimi olarak hala sürdüren Ayla Ağabegüm’le Üsküdar’daki Validebağ huzurevinde, öğretmenliği ve öğrenciliği hakkında konuştuk.
Öğretmen olmak hayaliniz miydi?
Doktor olmak istiyordum. Ailem yorucu olur diye istemedi. Ailemde öğretmen çoktu. İnsanlarla beraber olmayı seviyorum. O bakımdan öğretmenlik ruhuma uygundu.
Öğretmenlik diğer mesleklere benzemez. Bir yaşam biçimidir. Sizin için de öyle miydi?
Çok doğru… Benim gibi idealist olanlar için öyledir. Öğretmenlik çok kutsal bir görev ve hayatınızın her anını dolduruyor. Gece yattığınız zaman bile öğrencinin ailesiyle yaşadığı bir problemin çözümünü düşünüyorsunuz. Ayağında ayakkabısı yoksa bir köy öğretmeni olarak ayakkabı bulmaya çalışıyorsunuz. Anadolu’nun en ücra köşesinde öğretmen olmak hakikaten çok zor. Tecrübeniz yok gideceğiniz yerde size yardımcı olacak birileri de yok. Arkadaşlarınızda sizin gibi acemi oluyor.
ANNE SAYILIRIZ
Öğretmenler genelde sevdikleri bir öğretmenin tesirinde kalarak o mesleği tercih eder. Sizin idol öğretmeniniz oldu mu?
Tabi. İlkokul öğretmenimizi çok seviyorduk. Liseye gittiğim yıllarda da edebiyat öğretmenimiz benim için bir idoldü. Edebiyat öğretmenimiz bize şiiri ve edebiyatı sevdirdi. Elazığ lisesini bitirdim. O yıllarda kitap bulmak zordu. Her ay istediğimiz kitapları yazdırırdık ama o kitaplardan bir tanesi muhakkak sınıfta herkesin okuyabileceği kitaplar oluyordu. Okuduktan sonra sınıfta tartışırdık. Onun için çok zevkliydi. Şiiri de öyle sevdik.
SIDIKA EFSANESİNİ BİZZAT YAŞADIM
Meslek hayatınızda bir model var mıydı?
Tabi öğretmenlerinizin yaptıkları farkına varmadan sizi tesir altında bırakıyor. Ben de öğrencilerime her ay bir kitap olmalarını fakat bunu haçlıklarını biriktirerek yapmalarını söylerdim. Sınıfta o alınan kitapları okurduk. Mesela, lise yıllarımda benden daha önce Elâzığ’da olan Sıdıka hoca efsanesi anlatılırdı. Hikâye şu: Edebiyat öğretmeni Sıdıka hoca Elâzığ’a gönderildiği zaman kız enstitüsünde müdür oluyor. Okul yatılı, öğretmenin sabaha kadar herkese kapısı açık. Köyden gelen çocukların bitlerini ayıklıyor, onlara temizliği, konuşmayı öğretiyor. Çocuklar onu çok seviyor. Ben de Üsküdar kız lisesi okulunda öğretmen oldum. Okul yatılıydı. Sonra müdür muavini oldum. Onun yaşadıklarının bir kısmını ben de yaşadım.
İyi öğretmen?
İyi öğretmen, ilgili dersi ne ise o dersi iyi anlatan kişi değildir. Dersin dışında genci hayata da hazırlayandır. Anlattıklarıyla, hareketleriyle adeta bir anne gibidir. Ama bunları yaparken de çocuğa bir nasihat verici bir kişi olarak değil de onları etrafına toplayıp sevecekleri, söylediği her şeyi ruhuna yerleştiren bir insan olmalı.
Siz öğrencilerinize nasıl davranırsınız?
(gülüyor) Kuralları ve prensipleri olan bir öğretmendim. Ama çocuklar bilirdi ki o kurallar onların iyiliği için konulmuştur. O yüzden kin, nefret, kızgınlık olmazdı.
Ceza verir miydiniz?
Elbette. Kara kaplı bir defterim olurdu. Eğer öğrenci çalışmamış ve ödevini yapmamışsa numarası yazılır, gelecek haftaya kadar şiir ezberlemesini salık verirdim. Kitap okuma cezası verirdim. Senin sonunda hiç ceza almayana bir ödül olabilir ama çok ceza alana da ödül var. Artık bir şiir ezberlemiştir.
DERS ÇALIŞMAYI PEK SEVMEZDİM
Peki çok not kırar mıydınız?
Hayır. Geçmesi için bütün imkânlar vardır. Birinin yakını gelip öğrenciyi geçirmemi isterdi. Ben bunları önlemek için bir formül bulmuştum; ‘Çocuklar bana birini gönderirseniz notunuzu kırarım ancak kendiniz senenin son gününe kadar gelebilirsiniz, notunuzu yükseltebilirsiniz ve istediğiniz şekilde iki üç yazılı veya sözlü olabilirsiniz. Yeter ki çalışın ve hakkıyla alın’ derdim. Çocuklar bunu için çalışmaları gerektiğini bilirlerdi.
Siz çalışkan bir öğrenci miydiniz?
Dersi derste öğrenmeye çalışırdım. Çok fazla oturup ders çalışmayı sevmezdim. Hala öyleyim. Dikkatli olduğum için başarılıydım. Lise hayatında daha düşünce sisteminiz geliştiği için öğretmeninizin tavrına göre siz hem ders çalışıyorsunuz hem de başarınız ona göre oluyor. Elâzığ’da okudum. Büyük şehirden gelen öğretmenler Anadolu’ya çok sert bakarlar. O uyumu sağlayamayınca size olan davranışları değişiyor. Benimde farkında olmadan onlara karşı bakışım değişmiştir. Notlarım ona göre düşüp yükseliyordu.
GENÇ HER ZAMAN GENÇ
Çocuğunuz yok. Bu boşluk öğrencilerle doldurulabilir bir şey mi?
Bakışa göre değişebilir. Gençliğimden bu güne kadar olan bakışımın içinde hep insan birinci planda olduğu ve ayrı ayrı kategorilere koymadığım için bir şey fark etmedi. Allah için yaptığınız zaman evlatlar da önce Allah’ındır sonra sizin.
Dün ile bugünün gençleri arasındaki en belirgin fark nedir peki?
Elbette farklılıklar var. Genç her zaman genç, öğrenci her zaman öğrenci. Devrin gencini nasıl yetiştireceğimizi bir her yıl değişerek düşünmek zorundayız.
EMEKLİ OLMADIM
‘İyi ki öğretmen olmuşum’ diyor musunuz?
Tabi tabi. İyi ki öğretmen olmuşum. Çok büyük bir zevkle yaptım. Her insanın bir dünyası var o dünyada siz onunla bütünleşiyorsunuz. Belki o dünyaya girdiğiniz anda o gencin geleceğini fark etmeden hazırlıyorsunuz.
Emekli olduktan sonra boşluk yaşadınız mı?
Mesleği çok seven insan bir kere emekli olmaz. Emekli olmak bir formalitedir. Siz eğer öğretmenliği sevmişseniz hayatın her evresinde hayata öğretmen gözüyle bakıyorsunuz.
Nasıl oluyor öğretmen gözü?
Mesela sokakta yaramazlık yapan veya annesine bağıran bir genç için çözüm bulmaya çalışıyorsunuz. Bunun yanı sıra öğretmen sosyal alanın içinde olan insandır. Vakıfta, dernekte, konferansta veya toplantıdadır. O yüzden emekli olduğumu hissetmedim. Eve kapanmadım. Daha çok da gençlerin olduğu yerlerde oldum. Böyle bir boşluğu fark etmedim. Öğretmen emekli olduğu zaman da bir ortamının olması gerekli. Ki eve çekilmesinler hep hayatın içinde olsunlar.
ÖĞRENCİM BENİ TEHDİT ETTİ
Güzel anılardan bahsediyoruz, peki kötü anılarınız yok mu?
Tabi ki… Zorlandığım zamanlar oldu. Adana Karşıyaka lisesine tayin olmuştum. İlk gittiğim bir okulda ve oldukça yaramaz öğrenciler vardı. Kompozisyon yazılısı yapmıştım. Kırmızı kalemle altlarını çizdim ve zayıf alanlara kağıtları dağıttım. Bir tanesi kalktı gözümün önünde kağıdını yırttı. Ne yapacağınızı da bilmiyorsunuz çünkü yeni öğretmensiniz. Okul müdürünü çağırdım. Müdür disiplin kuruluna verdi öğrenciyi. Öğrenci kapıdan çıkarken bana: ‘Hoca eğer ben ceza alırsam annen ve babandan helalleş’ dedi. Ben de ‘Sizin gibi öğrencilerim olacağını bildiğim için zaten annem ve babamla helalleştim.’ dedim.
Aa sonra?
Meğer bu cesaretim sınıfın çok hoşuna gitmiş. Bunu bir öğretmen arkadaşımdan çok sonraları duydum, o çocuğu dışarda yakalayıp dövmüşler…