Şimdi de kardeşim Dilek Yaraş’ın “Ben bir Kürt kızı olsaydım” başlıklı yazısını beraberce düşünmek için sorular sormak istiyorum…

       1. Milli mücadele yıllarını tekrar okuyalım, dış güçlerin ve içimizdeki bozguncu güçlerin yaptıklarını da okuyalım. İstanbul’un işgalinde Türk yetkililerden bazılarının işgal kuvvetleriyle kol kola oluşunu hatırlayalım. Osmanlının son önemindeki yılları ve savaşa nasıl girdiğimizi düşünelim. Türk zenginlerinden, ileri gelen resmi zevattan bazılarının çıkar uğruna düşmanlarla işbirliğini hatırlayalım. Akif ’in Nasrullah Camii’ndeki konuşmasına, İstanbul’da Sultanahmet mitingini ve Halide Edip’in seslenişini hatta Sabiha Sertel’in “Müslüman Türk Kardeşlerim” diye halkı nasıl coşturduğunu hatırlayalım. Sonra da Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana doğuda neler yapıldı diye hiçbir partiyi kayırmadan, dürüstçe tarihin sahifelerine bakalım… 

       Anadolu sürgün yeri olurken, Kürtler olduğu için miydi? Oy hesapları uğruna neler yapılmış veya yapılamamıştı? Daha önce de yazdım. Birkaç yıl önce AKODER ile gittiğimiz Van gezisinde, kilim almak istedik. Bizi bir tezgâha götürdüler. Seçme şansımız yoktu, oradan almamız istendi. Tezgâhta Kürt hanımlar çalışıyordu. Halı ve kilim tezgâhlarının sayısı artamaz mıydı? Yemyeşil arazide yetişecek sebze ve meyveler için fabrikalar kurulamaz mıydı? Arıcılık, hayvancılık teşvik edilemez miydi? Ve daha niceleri… Son belediye seçiminde BDP kazandı. Neden diğer partiler öz eleştiri yapmadı? AK Parti’li “çalışmayan” belediye başkanı tekrar aday olunca, halk da tercihini kullandı ve BDP kazandı.

       Yıllarca konuşmayan veya az konuşan teröristler, nedense son aylarda yakalanınca, bülbül gibi şakıyorlar. Dağa çıkan gençler işsizdir ve çıkanların ailelerine yardım yapılıyor. Televizyonlarda oturumlarına katılan BDP milletvekillerine nedense programcılar net sorular soramıyor.

       Ben bir televizyoncu olsaydım, sorardım: “Kürt dilini öğrenmek istiyorsunuz; ancak ilkokula gelen çocuk, zaten evde Kürtçe öğrenerek geliyor. İlkokulda Kürtçe eğitim, lisede Kürtçe eğitim, üniversitede Kürtçe eğitim… Doktor, öğretmen, milletvekili veya iş adamı oldunuz, ayrı hastaneniz, okulunuz, mahkemeniz mi olacak?” Soruların cevabını net isteyemedik… Son aylarda bir-den bire KCK yapılanmasından haberimiz oldu ve o zaman bütün dil yaygarasının nereden kaynaklandığını anladık. İstekler de netleşti… Uyuşturucu ticaretinin hangi ülkelerin elinde olduğunu biz de biliyoruz, devlet de biliyor. PKK’nın elindeki silahların kime ait olduğunu biz de biliyoruz, devlet de biliyor. Ancak dillen diremiyoruz… Bazı elemanların nerelerde eğitildikleri de malum. Devlet, Türkçe bilmeyenler için kurs açtı, televizyon kurdu. Şu anda bir grubun özel televizyonu var “Dünya TV” Kürtçe yayın yapıyor. Zaten devlet, Türkiye’de her isteyen gruba bir televizyon kanalı kursa başa çıkamaz; özel televizyonlar finans sahipleriyle devreye girebilir.

       Son günlerde bakanlarımız Kürtçe şarkı söyleyip oynadılar. Bir Türk düğününde BDP milletvekillerinin de bize özgü milli özellikleri olan bir türkü ile oynadıklarını görmek isterim…

       ***

       Bu vatan benim diyorsam, devletime bağlıysam, eşit şartlarda okumak ve imtihana girme imkânı verilsin derdim. Tecrübeli öğretmenlerin de bu bölgelere gönderilerek genç öğretmenlere rehber olmalarını isterdim. Benim bölgelerimde de en iyi dershanelerin devlet tarafından kurulmasını veya üniversite imtihanlarına hazırlayacak tecrübeli öğretmenlerin derslerin dışında bizleri hazırlamasını isterdim. Annelerimin, ablalarımın açılan tezgâhlarda, fabrikalarda çalışarak geçimimizi sağlamalarını, soğuktan üşüyen ayaklarımı koruyacak botlarımın, beni üşütmeyecek giysilerimin olmasını isterdim. Babamın hamallık yapmak istediği yerde bile para kazanamadığını görmek istemezdim. O çalışırsa karnım doyacak, sıcak bir yatakta uyuyabilecektim. Dağa çıkmak için para vererek terörist yapılan gençlere teröristlerin kandırılamayacağı ortamın hazırlanmasını, ana dilim olan Kürtçeyi veya Türkçeyi en iyi şekilde öğrenmek için siyasetçilerin bunu siyaset malzemesi yapmamalarını isterdim.

       Türk veya Kürt aydını olarak bu ülkenin bölünmesinin kimseye fayda sağlamayacağını, hayatım pahasına haykırırdım. Alnımızdan ter boşalıncaya kadar çalışmayı, geçmişle hesaplaşırken, içimizdeki kaygıları dillendirirken Akif ’i dinlerdim: “Kur’an’dan ilhamı alıp asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” Söyletmek, suçlamakla değil, çalışmakla olacaktır. Siz de benim gibi Elazığ’da büyüseydiniz, Kürt Türk ayırmadan, Anadolu ruhunu anlamadan gelen idarecilerle, öğretmenlerle hesaplaşmaz, moda siyasi oyunlara veya söylemlere kanmazdınız. Kaloriferli evlerde oturarak, konuşarak veya yazarak bunu maddeye dönüştürmeden vücudu ve ruhu üşüyenleri Yunus’un dünyasına girerek, tasavvufun içinde eriyerek “Ben gelmedim dava için” yani kavga etmeye, hesap sormaya değil, huzuru yaşatmaya geldik diyebilmeliyiz. Zaten Haçlı zihniyeti her an hesap sormaya hazır… 

       Van’da ölenlerin hesabını verebilir miyiz? Adapazarı depreminden sonra neler yapmıştık? Binaları yapan müteahhitleri kontrol altına alabilmiş miydik? Her konuda yurt dışına heyetler gönderirken, Japonya’da binalar depreme nasıl dayanıklı oluyor, kanunlar nasıl uygulanıyor diye araştırmamıştık. Suçlu yalnız müteahhitler mi? Müfettişler, belediye başkanları, siyasiler, milletvekilleri, bakanlar ve medya aradan geçen yıllar içinde ne yapmıştı? Sivil toplum kuruluşları neredeydi? Mavi Marmara için toplanan binlerce kişi, tehlikeyi göre göre susup oturmuştu.

Hiçbirimiz masum değiliz… Ölenlerin hesabı bizden sorulacak. Geçmişle hesaplaşırken günü unutuyoruz. Geçen seneler içerisinde iktidar-muhalefet kavgaları hangi konularda yaşandı, bir döküm yapalım. İçinde deprem var mı? Depreme dayanıklı evlerin yapıldığı bölgelere bakın, maddi durumu iyi olanların yaşadıkları gökdelenler… “Kadı ola davacı muhzir dahi şahit/ Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet” diyor Ziya Paşa… Müteahhit denetleyenin parasını ödeyecek, denetleyeni kimse denetlemeyecek, bir depremle şehirler tarumar olacak ve bu yaşanana da “tabii afet” diyeceğiz… Van’ı gördükten sonra tedbir alıyoruz diye avunmak bizi mutlu eder mi?

/Haber Ajanda Dergisi – Ocak 2012 

Önceki İçerikSarkozy, Elif Şafak ve Ece Temelkuran
Sonraki İçerikAteş Düştüğü Yeri Yakmalı mı?