“İçinizdeki iyi kimseler idarecileriniz,
cömert kimseler de zenginleriniz olduğu
ve işleriniz istişare ile yürütüldüğü takdirde
toprağın üstü altından daha hayırlıdır.”

       Yazımıza bir hadisle başlarken aksini düşünmek istemiyor ve olmaması için dua ediyoruz. Mayıs sonu ve haziran ayı içindeki Gezi Parkı olaylarını ve sonuçlarını tarafsız olarak düşünmeğe, tahlil etmeğe ve bir ders çıkarmaya mecburuz. 31 Mayıs günü basında yer alan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısında yaptığı konuşma tehlikenin geliyorum dediğinin bir habercisidir. Hükümete saygılı ve hükümet üyelerinin ağabey diyecek kadar yakını olan Haşim Kılıç’ın açıklamalarının dikkatle tahlil edilmesi gerektiğine inanıyorum.

       “Sokakta, okulda, statta, televizyon programlarında hakim olan şiddet ve gerilimin, geleceğin Türkiye’sinin en önemli potansiyel tehlikesidir. Bireyler hukuk devletinin sağladığı güvenlik sayesinde, her türlü korku ve endişeden arınarak insan onuruna sağlanan özerk bir alanda hayatını devam ettirir. Özerk alan içindeki hayat tarzlarına yapılan müdahalenin yarattığı hak ihlalleri insan onurunda kapanmayan yaralar açmıştır.. Toplum vicdanı ikna edilmeden atılan adımlar, demokratik hukuk devletinin sicilini bozmaktan başka bir sonuç doğurmuyor. Kamu gücünü kullananların sınırları belirsiz tasarruflarla hak ihlaline sebep olması kabul edilemez.”

        Sonuç gezi olaylarının birdenbire gündeme gelmesi “Gençler Taksim Gezi Parkı’na sahip çıkmak istediler; Topçu Kışlası ve AVM yapılmasın, ağaçlar kesilmesin istediler… Olaylar şiddetle önlenmeğe çalışıldığında olanlar, Belediye Başkanı Topbaş’a Bülent Arınç’a ve Reisi Cumhurumuzu da endişelendirince, orantısız güç kullanıldığını, AVM yapılmayacağını açıklayarak nabzı düşürmeye çalıştılarsa da, Başbakan’ın bu konulardaki ısrarı olayları daha da şiddetlendirdi. Yalnız Taksim değil bütün Türkiye ayaktaydı. Bunlar hafife alınarak mesele geçiştirilebilir miydi? Yoksa bu direnişin gerisinde Anayasa Başkanı’mızın önemli bir tespiti mi vardı? Toplum vicdanı ikna edilmeden atılan adımlar mı var?

       Hafızalarımızda var olan üzüntüleri tek başına yaşamıştık. Üzüntülerimiz basına yansıyamamıştı. Basın kendini hükümetin yaptığı doğruları yazmakla, halkın tedirginliklerini yok sayarak, görmezden gelerek yayın yapmayı ilke edinmişti.

       Valiliklerden, Sağlık Bakanlığı’nın kuruluşlarından, Ziraat Bankası’nın bazı şubelerinden TC’ler indirilirken, halk direnmiş, direnen bölgede TC’ler yerine konurken bir başka valilikte indirilmiştir. Bu durum, Ziraat Bankası şubelerinde hâlâ devam ediyor.

       Bölge bölge ormanlar ranta teslim edilmeye başlanmıştır. Bununla ilgili hazırlanan kanun, Gezi olaylarından sonra Çevre Bakanlığı tarafından şimdilik geri çekilmiştir. 11 Haziran’da basın, Fatih Ormanı içindeki 175 bin metrekarenin imara açılmasının iznini belgeyle yayınladı. Hükümet kendi devrinde ağaca, çiçeğe verdiği öne mi rakamlarla açıklıyor. Haklıdırlar, ağaç ve çiçeklerin dikimi doğrudur. Ancak İstanbul yanarken başka bölgeler mutlu olacaktır. Beykoz ve diğer bölgelerin villa kentlere dönüştüğünü nasıl unutalım!?

       Çözüm için aniden atılan adımı anlamak için hayli zorlanmıştık. BDP yöneticileri teker teker hapsedilmiş, idamlardan söz edilmiş, dokunulmazlıklar kalksın istenmiş… Halka anlatılmadan Terörist Başı denilen Öcalan yetkili merci olmuş, “Terörist başı denmesin!” denmeye başlanmıştır… Şaşkınlıkla bakarken, zaman, başka olayların gündeme gelmesine şahit olduğumuz göstermiştir.

       “Muhalefet, Anayasa’nın yeniden yazılmasında geri durursa biz BDP ile anayasayı yaparız” denmesi bir başka şaşkınlığımızdı. Her gün bir çılgın projeyle yatıp kalkıyorduk, düşünme gücümüzü yitirmiştik ve hükümetin yaptığı güzel işleri ve projeleri de göremez olmuştuk. “İki ayyaşın hazırladığı kanun” denilerek içkiyle ilgili yasalar getirilmişti. Oysa yapılacak yeni değişimleri anlatmak için zaman gerekirdi. Bu hengâmenin içinde bir çoğunluğun evet diyeceği maddeler “İki sarhoşun hazırladığı kanun” cümlesiyle heba olup gitmişti. Oysa CHP’li Kadıköy Belediyesi içkiyle ilgili yasaklamaları çok önceden uygulamaya geçirdiği halde Kadıköy halkı bu uygulamadan memnundur.

       Her gün bir çılgın projeyle uyanırken, Başbakan’ımızın “Elbet gündemi ben belirlerim” şeklindeki açıklamaları şaşkınlıkla dinlenirken “Bize ne oluyor!?” demeye başladık ve yapılan doğruları, güzellikleri, faydalı projeleri de görmemeye başladık. “Akıl Tutulması” denilen hal bu olsa gerek!

       Duygularımızı, heyecanlarımızı, kızgınlıklarımızı iletecek mekanizmalar susmuştu. Basın kendini hükümetin güzel işlerini, projelerini anlatmaya memur kabul ettiği için, yanlışları söylemeyi görmezlikten geliyor, duygularımız, heyecanlarımız, üzüntülerimiz, kızgınlıklarımız basına yansımıyor, yansıyan varsa o televizyon ve gazeteler ulusalcı diye yaftalanıyordu. Peki biz neredeydik, sesimizi nasıl duyuracaktık?

       Gezi olaylarıyla basının bir kısmı ilk anlarda sustu, sonra görmek ve yazmak zorunda kaldı. Bu konuda yazmak, konuşmak, televizyon programlarında yer almak için yapılan çalışmalar basının, bir gün bizim de bu gençler kapımıza dayanır, korkusu muydu, yoksa doğruları görmek ve söylemek için artık zamanı geldi uyanışı mıydı?

       Basından bazı bölümleri özetleyerek Gezi Parkı “gündeminde dolaşalım. Bilhassa iktidarı destekleyen yazarlardan ve gazetelerden alıntılar yapalım:“

       Geçenlerde bir dostum ‘Bekâra karı boşamak kolay’ dedikten sonra, Bakanlar Kurulu’nu, MKYK’yı ima ederek, orada hiç mi bir şey konuşulmuyor diye sitem etmiş. Tam olarak neden bahsettiğimi belki şu anekdot izah edebilir. Geçenlerde bir devlet büyüğümüz bir kuruluşa isim verilmesi konusunda, yakın çevresinden fikir beyan etmelerini istemiş. Toplulukta manidar bir sükût olunca biraz şaşmış, ‘Yahu niçin fikirlerinizi söylemiyorsunuz’ deyince, içlerinden biri cesaretini toplayıp şöyle cevap vermiş: ‘Bu konudaki fikrinizi henüz bilmediğimiz için henüz bir fikrimiz yok efendim!’” Zaman/ A.Turan Alkan

       “Sayın Başbakanım! Ben kaygılıyım! Kurunun arasında yaşın yanmasından değil sadece kaygım. Kurunun yanmasından da korkarım. Çünkü bu gençlerin hepsi bizim. Ateş saçanlar bile başkasının değil bizim. Ve gençlerden başka gidecek yerimiz yok, bilirsin. Lâkin kaygıyla bulunsam da yine de ümitliyim. Tebessüm et kucakla. Bak nasıl yakışacak o tebessüm sana.”
Zaman/ Nazan Bekiroğlu

       “Genç nüfus potansiyelini gerçek bir kinetik enerjiye dönüştürmek gibi dev bir sorunla karşı karşıyayız. İşte patladı mı başka bir soruna dönüşüyor. Gazlayarak kontrol edemiyorsunuz. Bir süre sonra gazlamak sizin yüreğinizi yakmaya başlıyor. ‘Evlatlarla savaş kazanılmaz’ sözü bunun için çok anlamlı.” Bugün/ Ahmet Taşgetiren

       “Mesela Başbakan’ın şu cümlesi: ‘İki tane ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyor da, inancını emrettiği gerçek niçin reddedilmesi gereken bir olay haline geliyor…’ Ama bu yasa AK Parti iktidarının, o ‘dindar bir nesil yetiştirmek’ söylemiyle birleşince, mesele ‘Kafası kıyak gençlik mi, yoksa Fatih gençliği mi?’ şeklinde ortaya konulunca, getirilen kısıtlamaların vahametini aşan vahimlikte bir tablo ortaya çıkıyor. Kendi iyisini bütün topluma dayatan bir iktidar tablosuyla karşı karşıya geliyor ve geriliyoruz.” Bugün/ Gülay Göktürk

       “Kentsel-toplumsal hareketlere karşı siyasi partilerin miting düzenlememesi, demokrasilerde adetten değildir.” Yeni Şafak/Kürşat Bumin

       “Her tarafı alışveriş mekânları ve apartmanlarla dolu Taksim’de parkı yıkıp AVM ve rezidans yapmanın bir mantığı var mı “Ben istersem yaparım!” demekten başka. Park kamuya ait, yani halkın, siz bunu AVM yaptığınızda, kamunun malını alıp bireylere mülk olarak vermiş olacaksınız. Bu hakkı nereden alıyorsunuz?” Zaman/ İhsan Dağı

       “Başbakan değişmeye ikna edilmezse, o zaman ben şahsen yaklaşık bir yıldır sürdürdüğü yoğun çalışmalar sonunda ziyadesiyle yorulmuş olduğu ya da sağlık durumunun göreve devam etmesine izin vermediği sonucuna varacağım. O zaman çare bulma sorumluluğu halka düşecek.” Zaman/ Şahin Alpay

       “Kötü yönetimim sayesinde Taksim’i savaş alanına çeviren olaylar, hükümetin ve yerel idarecilerin bir tarafında yer aldığı inanılmaz kötü yönetişim örneği. Hiç yoktan böyle bir skandal çıkarmak için karar vericilerin çok uğraşması, peş peşe bir yığın hata yapması lâzım. Bu olay geçiştirilmemeli, kötü yönetişime parlak bir örnek olarak üniversitelerde okutulmalıdır. Kamuya hizmet vermesi gereken makamlar, kamuya eziyet ediyor. İnsanlar mağdur ve orantısız güç kurbanı. Peki açıklaması ne?”
Zaman/Mümtazer Türköne

       “Yangına benzinle gitmeye gerek yok. Demokratik bir düzende, herkes fikrini söyler, eleştirisini yapar, protestosunu ortaya koyar…” Zaman/ Ekrem Dumanlı

       “Hoca efendi’den geniş bir bakış ve öneriler: Müşterek akıl ve ortak proje üretmeli. Yangın küçükken söndürülmeli. Siz kendi kendinize teselli olun, “falan yerde bahar var, filan yerde bahar diye, buz gibi hazan rüzgârları esiyor buz gibi..”
Zaman/ Ahmet Şahin

       “Avrupa şehirleri, modernliğin simgesi olan beton ve taş yığını ‘cetvel şehircilik’ anlayışından vazgeçip tabiata dönerken biz, tabiatı yok edip şehirlerimizi taş yığını haline dönüştürüyoruz. Avrupa yerleşim konseptinde az yoğunluklu mahalle toplulukları sistemini inşa ederken gaddar bir cetvelle geleneksel mahalleleri yok ediyorsunuz. Bu ne biçim Avrupalılıktır ya Rabbi? Sayın Başbakan, İstanbul ikizlerini inşa etmeden bu meseleleri etraflıca tartışmak durumundadır.” Zaman/ Hilmi Yavuz 

       Gezi sonrası tenkit yazıları yüzlerce, ben yalnızca iktidara yakın gazetelerden seçtim. Bir gün CNN’deki Dört Bir Taraf programında, iktidara toz kondurmayan Nazlı Ilıcak, “Anneler de Taksim’de haberini alkışlıyor”, yine iktidar yanlısı Nagehan tenkitlerini sıralıyordu. En önemlisi henüz hiç kimsenin haberi olmayan yazıdan bir bölüm okuyan Altan Öymen’in haberiydi. Yeni Şafak gazetesinden Süleyman Gündüz’ün yazısı bir bomba gibi düştü. Çünkü Dolmabahçe Valide Sultan Camii’nde içki içildiği, müezzinin tartaklandığı gibi haberler gündemdeydi. Hatta Başbakanımız da bu habere inanmıştı, bütün konuşmalarında bu örnek veriliyordu. Oysa bu haberin sonunda dindar insanların, Allah korusun, sokağa dökülmesi de mümkündür. Süleyman Gündüz, Yeni Şafak yazarıdır ve eski AK Parti milletvekilidir. Bu vahim sonucu araştırmak ve yazmak için camiye uğrayıp gerçekleri görmek ister. 

       “Camiye vardığımda Egemen Bağış yetkililerden bilgi alıyordu. Cami müezzini Fuat Yıldırım, olayları yeniden yaşar gibi anlattı. Cumartesi ve Pazar akşamı göstericilerden bir kısmı camiye sığınmak zorunda kalmışlar, ilk gün ayakkabılarını çıkarmışlar. İkinci gün şiddet dozu arttırılınca ayakkabılarla girmek zorunda kalmışlar. Fuat Bey göstericileri sakinleştirmiş, yaralananlara tedavi imkânı tanımış. Ne alkol alan ne de içen kişi görmüş. Sadece son cemaat mahfilinde ezik bir bira şişesi varmış. Göstericiler caminin camlarını kırarak, ortalığı tahrip ederek içeri girmiş olsalardı ortaya çıkacak manzaranın sonuçlarını tahmin edebilir misiniz?…”

      Egemen Bağış halâ “Müezzin korktuğu için böyle söylüyor” diyor. Müezzin doğruyu söylerken, orada kalamayacağını da düşünerek belki de sonuca katlanacaktı. Ancak göstericilerden korktuğunu söyleyen Egemen Bağış’a, Süleyman Gündüz’ün söylediklerini nasıl yorumlayacağını sormalıyız. Bana kalırsa, müezzin de, Süleyman Gündüz de kahramanca bir görev yaparak, kalabalıkların gerçek olmayan söylentiler üzerine ayaklanmasını önlemiştir.

       Beni üzen, Başbakan’ımızı seven yazarların yazılarının, konuşmalarının Başbakan’a ulaştırılmamasıdır. Egemen Bağış’ın cami konusunda halâ ısrar etmesidir. Geziyle ilgili Hülya Avşar ve Necati Şaşmaz’ların yerine bu konuda tarafsız sosyologların, psikologların, ilahiyatçıların dinlenmemesidir, onların sorunlarını şeffaf olarak canlı yayınla verilmesidir. Biz o zaman Başbakan’ımızın cevabını da kendi sesinden dinlemiş olurduk.

Bülent Ersoy’un “Seçimle gelen seçimle gider” örneğini Başbakan’ımızdan dinlemek ister miydik? Yetkililer, “Bize ulaşın, dinleyelim” diyorlar. Nasıl ulaşalım? Sayın Belediye Başkanımız, “Otobüs durağının yerini değiştirsek bile halka soracağız” diyor. Dün bunlar denseydi, mesela Sultan Ahmet Camii’nin siluetini bozan devasa binalarla ilgili Mimarlar Odası, mimarlar, basın dinledi mi? Belkıs İbrahimhakkıoğlu ve benim Üsküdar’da başlattığımız binlerce imza kampanyası sonrasında basına “Tamam, yıkılacak!” dendi ve belediyeden encümen kararı çıktı. Sonra sessizlik… Yıllar sonra Başbakan’ımız açıklama yaptı, inşaat sahibi dostuymuş ve kırıldıklarını söylediler…

       Sonuç… Yakılan ve yıkılan araçlar, ölenler, yaralananlar, sakatlananlar… Gezi Parkı çiçeklendi, ağaçlandı; çiçekler ve ağaçlar hep ağlayacak, parkın geçirdiği acı olayları insanlar da hatırlayacak. Keşke çiçekleri ve ağaçları o gençlerle birlikte dikebilseydik. İktidar, muhalefet ve basın bu konuda ciddi olarak düşünmeli, hepimiz günahkârız diyebilmeliyiz. Eğer yeni bir Türkiye’nin inşası için düşünürsek, adım atarsak Hakk’ın divanında af dileyebiliriz.

       Siyasilerin tasavvuf sohbetlerinden geçmesi gerektiğini yıllardır yazıyorum. Sohbetler, Yunus sohbeti olur, Mevlana sohbeti olur; mesele örnekleri verirken güncelleştirmek… Peygamber Efendimiz’in örneğini anlatırken veya dinlerken “Ben ne yapıyorum, biz ne yapıyoruz?” örneklerini verebilmek için, padişahlarımızın “Huzur Sohbetleri”nden örnekleri gelecek sayıda verelim…

/Haber Ajanda Dergisi – Temmuz 2013 (Huzur Sohbetleri)

Önceki İçerikYeni Paralar
Sonraki İçerikAldatılmanın Reçetesini Bulmalıydık